08 Ekim 2006

 

BEDAVASI EN BOL MESLEK


VistilefHaber'in Notu: Erkan Yüksel'in bu güzel yazısının başlığı aslında PARASIZ ÇALIŞANI EN BOL MESLEK olmalıydı. Bu müdahalemizi umarız hoş görür, Hocamız.


“Ne olacak bu iletişim fakültelerinin hali?”. Son zamanlarda sık duyduğum sorulardan birisi bu. Uzun açıklamaların ardından soruya verilen yanıtın gelip dayandığı nokta ise “ne olacak bu memleketin hali” sorusuyla aynı. Yine de kimi yönleriyle medya çalışanlarının diğer meslek çalışanlarından farklı kimi yönlerini vurgulamak mümkün. Bunların en dikkat çekeni ise medya çalışanı olmanın “bedavası en bol mesleğin sahibi olmak” anlamına gelmesi…

ÇALIŞANLARIN DURUMU
Medya çalışanı olmak, bedavası en bol mesleğin sahibi olmak, çünkü bu meslekte “kaymak tabakası” hariç, diğer çalışanların aldığı ücretlerin önemli bir bölümü gazete ya da televizyon haberlerinde de duyduğumuz “açlık sınırı” seviyesinde ya da altında gezinir. Hatta mesleğin “hamaliyesini” yani kablo taşıma, getir-götür ya da en basit görülen diğer işlerini yapan “stajyer” ya da “adayların” birçoğu bu işi “gönüllü” yapan, çoğu zaman ücretsiz ya da asgari ücretle çalışan ve belki sosyal güvencesi de olmayan kişilerdir.
Bir iletişim fakültesi öğrencisi mezun olduğunda; çok “şanslı” olanları söylemiyorum, ama büyük bir çoğunluğu, bir gazete ya da televizyon kanalına gittiğinde, biraz şansı varsa, “stajyer” olarak işe başlayabilir.
Ben de dâhil, birçok arkadaşım ve de öğrencim, öğrencilik yıllarında ya da mezuniyet sonrasında “stajyer” adı altında, ücret almadan ya da çok düşük ücretler karşılığında, geleceği belli olmayan bir şekilde çalıştık. Günümüzde de iletişim fakültelerinden dereceyle mezun olmuş, İstanbul’da girmedik iş kalmamış, ancak hala sigortasız çalışan ya da iş arayan tanıdıklarım var. Birçok iletişim fakültesi mezunu ise alanları ile ilgili işlerde çalışmak yerine bambaşka işlere yönelmiş durumda.
SEKTÖRÜN KENDİNE ÖZGÜ YAPISI
Peki, bu neden böyle oluyor? Bu sorununun yanıtını diğer birçok unsurun yanında, biraz da medya sektörünün kendine özgü yapısından söz ederek açıklamak gerekiyor.
Medya sektörü, iletişim fakülteleri ile birlikte birçok alandan gelen çalışanı kabul eden bir yapıda. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunları, yabancı dil bölümlerinden mezun olanlar, Güzel Sanatlar Fakültesi, Devlet Konservatuarları vs. daha bir çok alandan “yetenekli” ve “istekli” kişiler medyada görev alabilmekte, üst kademelere çıkabilme şansını yakalayabilmektedir.
Hatta örneğin, iktisat bölümü mezunu birinin, iletişim fakültesi mezunundan daha iyi ekonomi muhabiri olabileceği ya da uluslar arası ilişkiler mezunu birinin iletişim fakültesi mezunundan daha iyi dış haberler konusunda haberler yazabileceği de savunulmakta, bunun örneklerine rastlanmaktadır.
Bunlar dışında üniversitede öğrenim almadan da bu meslekte çalışabilmek de mümkündür. Pek çok lise mezunu özellikle yerel yayınlarda iş bulabilmekte ve mesleğe iletişim fakültesi mezunlarından önce başlayabilmektedir.
Yalan ya da yanlış, işin kalitesi pek de önemli olmadan, daha düşük maaşlarla medyada çalışmak için can atan pek çok kişiden söz edilebilir.
Durum böyle olunca da medya çalışma yaşamında, “biri gelir, diğeri gider” bir sistem dönüp durur. O için medya şirketlerinde çalışanlar büyük ölçüde gençlerdir ve onun için geniş ölçüde “amatör” muamelesi görür medya çalışanları.
Öte yandan bir de “emekli” azınlıktan söz etmek gereklidir. Kamu kurumlarından emekli olanlar, özellikle bürokratlar, akademisyenler ve öğretmenler ve bunlar dışında özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunmuş olanlar birer köşe yazarı, hatta program sunucusu olarak medyada görev alabilir.
İşgücü arzı bu kadar yüksek olunca ve bedavaya çalışmak isteyenlerle profesyonel olarak bu işi yürütmek isteyenler arasında bir ayrım gözetilmeyince ve de işin kalitesi ön plana çıkmayınca, medya çalışma yaşamı, bedavası en bol “meslek” haline gelir.
KORSAN YAYINLAR
Gazete, dergi, radyo, televizyon ve sinema sektörleri için geçerli olan bu bedavacılık, şimdilerde internet alanında da kendisini göstermektedir.
Daha önce başka yayın organlarında çıkmış olan haber, köşe yazısı, fotoğraf ya da bilgilerin kopyalanıp, yapıştırılmak suretiyle internet sitelerinde yayımlanması büyük bir bedavacılıktır. Hatta bunlarda ne kaynak belirtilmekte ne de telif hakkından söz edilmektedir.
Aslında bu hırsızlığın özünü oluşturan haber çalma işi çok eskilere dayanmaktadır. Eskiden makasla gazetelerden haberler kesilirken, şimdi bilgisayardan bilgiler indirilmektedir. Hala da devam eden haber ajanslarından alınan haberlerin mahreçsiz kullanılması yine benzer bir uygulamadır.
Telif hakları konusunda ülkemizin gelişmiş ülkelerle kıyaslanmaması gerektiği zaten söylenebilir. Sanat ve fikri eserler konusundaki “korsan” ya da “hırsızlık” olayları artık neredeyse “kanıksanmış” durumdadır. Şarkıcısından kitap yazarına pek çok eser sahibi bu konudan şikâyetçidir.
O nedenle bu ülkede kaset çıkaran da, kitap yazan da, medyada çalışan da bu işleri; “her nedense”, gönüllülük esasına göre yapar. Çünkü büyük paralar kazanmak için bu işler yapılmaz.
ÖZVERİ İŞİ…
Aynen öğretmenlik gibidir medyada çalışmak. Özveri ister, kendini bu mesleğe adamayı ister, ömrünü bu mesleğe vermeyi ister.
Ancak benzer noktaları olsa da hiçbir mesleğin çalışma şartları, ücreti ve sosyal güvenlik koşulları ile kıyaslanamaz medya çalışanlarının durumu.
Örneğin bir doktor bedava dert dinlemez, bedava hasta bakmaz belki ama gazeteci tek kuruş almaz haber yapmak için.
Bir avukat bedava akıl vermez, dosya açmadan konuşmaz belki ama bir gazeteci bedava sunar tüm bildiklerini.
Habercilik aynı zamanda zamana karşı verilen bir savaştır. Örneğin bir haberi ortaya çıkarmak ve onu gazetede ya da televizyonda yayımlamak dışarıdan bakıldığı kadar kolay bir iş değildir. “Haber yetişecek” diye sınırlı sürede görüntü ya da fotoğraf bulmak, onu sayfaya yerleştirmek, kurgusunu yapmak, haber metnini düzeltmek kolay işler değildir. Açıkçası tüm hazırlıklar neredeyse, sınırlı süre içinde “deveye hendek atlatmak” ya da “samanlıkta iğne aramakla” eş değerdir.
O nedenle bir haberci çoğu zaman günlük normal çalışma süresinin çok fazlasını işine vermek zorundadır. Gecesini gündüzüne katmak mecburiyetindedir. Gerekirse eve gitmek yerine toplantıya gitmelidir. Gerekirse hafta sonunda gazetede olmalıdır. Bayram tatili, resmi tatil tanımı olmayan bir meslektir habercilik. Televizyon ve radyo programcılığı için de bu iş böyledir. Medyanın diğer çalışma alanları için de böyle.
Dolayısıyla medyada çalışmak oldukça stresli bir iştir. Fazla tatil yapmadan çalışmayı gerektirir. Yine de bu çalışmanın sonunda sizi bekleyen tehlikeler vardır.
Örneğin bir haber için ne kadar çaba harcanırsa harcansın, bir gazete sayfasını yapmak için ne kadar zaman harcanırsa harcansın, bir fotoğrafı çekmek için ne kadar beklenirse beklensin işin sonunda yapılacak en küçük hata ya da yanlış konulmuş bir tek nokta, gözden kaçan küçük bir ayrıntı, “hoşgörü” ile karşılanmaz. Çoğu zaman “iyi” olduğunu düşündüğünüz ve bunun için yoğun emek verdiğiniz işler için takdir de alamazsınız. Bugünün işi ya da başarısı yarın unutulur. Koşturmaca içinde siz de unutursunuz.
Öte yandan yalnızca doğruları ve gerçekleri yazmak da sizi kurtarmaz. Bu kez de bunların yazılmasından hoşnutsuz olanlar peşinize düşer. Tehdit edilirsiniz, takip edilirsiniz, dayak yersiniz, kovdurulur, sürdürülür, perişan edilirsiniz, hapse atılır, sevdiklerinizden olursunuz ve belki tatlı canınızı da alırlar, unutulursunuz.
SENDİKASIZLIK…
Kimi zaman “müdür”, “sorumlu”, “yönetici” ya da “yardımcı” gibi “şatafatlı” unvanlar alabilirsiniz. Ancak çoğu zaman aynı görkem, maaşlara yansımaz. Kâğıt üzerindeki maaşlar, belki devlet dairesi gibi günü gününe ödenmez. Bazen aylarca maaş almadan çalışır medya çalışanları. Belki daha sonra işten atılır ya da ayrılmak zorunda kalır. Kimisi bir “dava” uğruna bu sıkıntılara katlanır, kimisi bir yere kadar dayanır. En sonunda ister gönüllü olsun, ister gönülsüz, bir yönüyle emeğin sömürüsüdür ortadaki manzara.
Onun için de sendikasız bir çalışma hayatı sunar medya. Kamu yararı adına örgütlü toplumu savunan medya çalışanları, iş kendi örgütlenmelerine gelince aynı duyarlılığı gösteremez. Bir fabrikada işten çıkarılanların haklarını savunur ama işten atılan arkadaşının haklarını aynı duyarlılıkla dile getiremez. Sendikalarla çok yakın temas halindedir, onların dertlerini dinler ama kendi derdini anlatamaz. Bir anlamda, kamunun hakkını savunur ama kendi hakkını savunamaz.
Bedavası en bol meslektir medyada çalışmak. Belki sahnede gülmek ve içi ağlamaktır bu işin özü. Lakin güzel yanları da olmalı ki insanı mutlu eden, “bedava” da olsa çalışmak, yaşamlar feda edilir bu uğurda...

Doç. Dr. Erkan Yüksel eyuksel@anadolu.edu.tr
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi

01 Ekim 2006

 

TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTELER YOK MU OLUYOR?

Üniversitelere olan İlginin Azalması ve Ek Kontenjan Sorunu
Prof. Dr. İbrahim ORTAS, iortas@cu.edu.tr

ÖSYM sonuçlarına göre 2006 yılında Üniversitelerin 40 bin kontenjan açığı olduğu belirtildi. Üniversiteye kayıt yaptırmaya hak kazanan öğrencilerin kayıtlarını geçen hafta tamamlamaları sonrası bazı öğrencilerin de kazandıkları halde kayıt yaptırmadıkları anlaşılıyor. Sonuç itibarı ile üniversitelerin açık kontenjanı için ek kontenjan başvuruları başladı ve muhtemelen yine bazı alanlarda eksik kontenjan olacaktır.

Boş kalan kontenjanlar yaşamın boşluklarının bir göstergesi. Eskiden umut olan okuma, bugün ümitsizliğe dönüşmüşse, fakiri kim tutacak? Bu toplumu kim tutacak, tekrar kafalarını ellerinin aralarına koyup iyice düşünmeleri gerekiyor. Ucuz emek arayışındaki tüccar ve sanayicimizin iyice düşünmesi gerekiyor. Yarın çok geç kalınmış olabilir. Gerçi yaşam kendi alternatiflerini de üretecektir. Ancak maliyetini de iyi hesaplamak gerekiyor.

Üniversite Eğitimin Amacı Bilim Yapmak Olmalı, İşe Girmek Değil

Bu sorunun yeni sınav sistemi veya ÖSYM'nin yanlış yönlendirmesinden kaynaklandığı da iddia edilebilirse de, bana göre sorun daha derin ve geleceğimiz açısından çok önemli. Sorunun temeli toplumun üniversiteyi artık bir iş kapısı olarak görmemesinden kaynaklanıyor. İş bulma şansı olan belirli mesleklere olan ilgi hızla arttı, bazı mesleklerde ise iş şansı yok. Bir başka ifade ile üniversitenin ulvi ifadesi olan, bilim ve felsefe ortamı içinde kişinin kendisini gerçekleştirmesi, hayata hazırlanması, aynı zamanda belirli konularda uzmanlık kazanması, bugünkü haliyle salt teknik bilgi aktarım aracına dönüştürülürse, sonucunda diploma üzerinden iş sağlama şansı olmayan bölümler tercih edilmez hale geliyor. Sayın Prof. Cahit Arf hocanın tanımı ile "ileri ortaokul" konumunu bile arar durumdayız, giderek herhangi bir meslek lisesine dönüşüyoruz.

Sorunun Kaynağı İşsizliktir
Çok ciddi işsizliğin ve gizli işsizliğin hakim olduğu ülkemizde toplumun üniversiteyi bir iş bulma kapısı olarak görmesi çok da yadırganmamalı. Başka yapacak bir şeyi olmayan, çaresiz insanların biricik enerjilerini buraya yönlendirmelerinden başka çaresi bulunmuyor.
Ama sorun üniversite anlayışı ve üniversitenin entelektüel boyutunu kaybetmesi ile sınırlı da değil. Ana nedenler içinde artık endüstri ve hizmet sektörünün yüksek ücretli kalifiye uzman yerine düşük ücretli istihdama yönelmesi, yani emek sömürüsü de yatıyor. Almanya ve Fransa gibi ülkelerde en yüksek işsizlik okumuş yazmış kesim arasında gözlemleniyor.

Liberalizmin, herkesin okuyup performansına göre uygun iş ve gelire kavuşacağı tezi çöküyor. Büyük bir buhranla karşı karşıyayız.

Ülkenin Gen Kaynakları Beyin Göçüne Uğratılmaktadır

Her yıl iki milyona yakın insanın ÖSS sınavına girmek için yıllarca dershanelere giderek yılda 10 milyon dolar değerinde harcama yaparak yarıştığı bir sistemin sonunda eğer 15-20 bin kişinin iş bulacağı umudu ile bir okul tercih ediyorsa orada bir yanlış var demektir. İşe girebilme olanağı olan meslek alanları daha çok Ankara ve İstanbul'daki bir iki üniversite. Bu öğrencilerimizin önemli bir kısmı da buradan beyin göçüne uğratılarak başta ABD olmak üzere batıya bir daha dönmemek üzere gidiyor. Yeni bir paradigma yaratacak dinamik, sözü olan, itiraz edebilecek insanlar maalesef ülkemizde kalmıyor. İçeride ise daha az itiraz eden, daha az ile yetinen, otorite ile barışık yaşamayı tercih edenler kalıyor. Bu kişilerin iyi niyeti bir tarafa, yeni dönüşüm yapma şansları yurtdışına gidenlere göre daha düşük. Söz söyleyecek kişiler olmayınca meydan deyim yerindeyse davulcuya, zurnacıya ve jurnalciye kalıyor. Sonuçta bugün içinden çıkamadığımız ve şikayet ettiğimiz yönetim modelleri çıkıyor.

Eğitim Hakkı Kutsaldır ve Parasız Olmalıdır
Maalesef daha önce de belirttiğim gibi ülkemizin ezbere test sistemine dayalı sınav sistemi iflas etmiştir. Öğrencilerin belirli meslekleri tercih etmemeleri bunun açık bir göstergesidir. Bu durum öğrencilerden kaynaklanmıyor; sistemin işleyiş tarzı, üniversitelerin okul gibi gösterilmesi, bilimin toplum tarafından anlaşılmaması, üniversitelerin doğru yönetilememesi, üniversitelerin öğrencilerine üniversitelilik bilincini kazandıracak ortamları yaratamamaları gibi pek çok nedenle ilişkilidir. Üstüne üstlük bir de eğitim paralı hale getirildi. Para verip dört yıl okuduktan sonra kişi işsiz olacaksa NEDEN ÜNİVERSİTEYE kayıt yapsın. Yunus Emre'nin belirttiği gibi bu "okuma neye".

Maalesef üniversitelerin YÖK ile birlikte verdikleri eğitim kişiyi hayata hazırlayan, farkına varılabilirlik bilinci ve sorgulama metodolojisi oluşturmuyor. Yaşamı boyunca sınavdan sınava koşmuş, dört veya beş yılda hiçbir değeri değişmeden mezun olmuş bir kişinin 22-25 yaş arasında işsiz kalması kadar ağır bir travma olamaz. Aklı başında, konuşmasını bilen bir kaç öğrenciye de bunlar "disiplin cezası almıştır" diye belge veriyoruz.

Üniversiteyi Okuyacak Kapasitedeki Öğrencilerin Alınması için Standardın Korunması Zorunlu

Diğer taraftan iyi öğrencilerin tercih etmediği ve giderek daha düşük puan alan öğrencilerin tercih ettiği birimlerin gelecekleri de tehlikeye girmiş durumdadır. Lise eğitimin yetersizliği nedeniyle üniversitede okuma niteliği kazandırılmamış öğrencinin üniversiteye alınması başta eğitim kalitesini düşürmüş durumdadır. Bu mezunlardan bazılarının zorunluluktan dolayı araştırmacı olarak alınması ve geleceğin bilim adamı kadrolarına taşınması söz konusu birimlerde gelecekte dönüşüm sağlayacak eleman bulunmasında zorluk çekilecektir. Bu çok ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Kimseyi suçlamıyorum ancak durum çok parlak görülmüyor.
Nihayete üniversiteler açısından sorun salt kontenjanların doldurulması değil, tam tersine kalite ile de ilgilidir. Mutlaka eğitim sistemi ezbercilikten kurtarılmalı ve üniversiteye gelecek öğrenci üniversitede verilen üniversal dersleri anlayacak kapasitede olmalıdır. Olay öğrencilerin zekası ile ilgili değil. Gençler yalnızca test çözmeye ve ezbere bilgiye bakıyorlar. Konuları tartışamıyor, analiz edemiyor, soyut ve analitik düşünemiyor. Maalesef ve maalesef bizlerde öğrencilerimiz lise tekniği ile öğreterek mezun ediyoruz. Üniversiteler eğitim programlarında yeni değişiklik yaratarak öğrencilerini her yönü ile kendilerini geliştirecek bir yapılanmaya girmeleri gerekir. Aksi taktirde bu eğitim sistemi ile öğrenci üniversitede kendi kendisini eğitememektedir. Bu mezunlar ile muasır medeniyetler seviyesini zor yakalarız.

Şahsen belirli bir düzeyin altındaki öğrenciyi de salt kontenjan dolsun diye üniversitelere alınmasına taraftar değilim. Yüksek matematikten anlamayan bir insanı mühendislik derslerini anlamsı kolay olmayacaktır. Bu kişiden istenilen düzeyde bir mühendis çıkmayacaktır. Çıkarsa da yarım mühendis çıkar. Bunun sonucunu da siz düşünün.

Yeni bir paradigma yaratmak gerekir

Düşük puanlı öğrencilerden oluşacak bilim adamı kadrosu da ileride sorun oluşturacaktır. Dolayısıyla öğrencilerin tercih etmediği veya düşük puanlı öğrencilerin gireceği birimler, iş bulma şansı olmayan birimler ileride kapanma ile karşı karşıya kalabilir. Geçmişte ABD ve İngiltere'de bunların örnekleri sıkça yaşanmıştır. Yarın birimlerimiz kapatılır veya kurumlar özelleşirse, çoğumuz iş aramak zorunda kalabiliriz. Onun için bilim adamları olarak bu sorunu çözmek biraz da bizim elimizde. Yani üniversitelerin eğitimin niteliğini artırmaları ve mezunlarını donanımlı eğitmeleri gerekir.

Yeni bir paradigma yaratmak gerekir. Öncelikle sorunu insanın beyninde aramak gerekir. Paradigması olmayan toplumlar doğanın yasalarına uygun şekilde silinip gitmek zorundadırlar. Dün nasıl yoktan var olduysak yeniden var olabiliriz. Kendimize güvenelim.

10 Eylül 2006

 

YENİ KAYIT; ÜNİVERSİTELİLİK BİLİNCİNİN BAŞLANGICI

ÜNİVERSİTENİN İLK ADIMI KAYITLAR VE ÜNİVERSİTELİK BİLİNCİ
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi,
iortas@cu.edu.tr

Öğrencileri Baştan Kaybetmeyelim: Kayıt Karmaşası

Üniversiteye kazanan yeni gençler bugünlerde üniversiteye ilk adımlarını atarak kayıtlarını yaptırıyorlar. Çoğu, yıllardır uğrunda sınavdan sınava koşturdukları üniversiteye ilk defa geliyorlar. ben de son birkaç yıldır kayıt günlerini izlemeye çalışıyorum. ilk gözlemem şu oldu ki, artık kayıtlar yüksek okul ve fakülte sırlamasına göre yapıldığı için, bir gün önceki öğrencinin yapısı ile bir gün sonraki öğrencinin yapısı birbirinden tamamen farklı gözüküyor.
Öğrencilerin karşılaştıkları kişileri genel görünümden anlamaya çalışmaları, derslerin nasıl işleneceğini, dört yıllık sürede neler ile karşılaşacaklarını düşündüklerini gözlerinden okuyabiliyorum. Daha ilk günden kimi öğrencinin elinden bir hoca veya yüksek rütbelinin tutarak sıraya aldırış etmeden "torpil" veya öncelik peşinde olduklarını gördükçe, diğer yağız Anadolu çocuklarının nasıl bozulduklarını görebiliyorum. Öğrencilerin tüm bu olanları izlerken neler hissetliklerini, yine kendi yaşamımdan esinlenerek anlayabiliyorum.

Üniversite Yöneticilerinin Kayıtları İzlemeleri Yarlı Olur

Öğrenci kayda kim ile geliyor, anne, baba, kardeş, arkadaş veya yalnız başına mı geliyor?
Öğrenci ne ile geliyor, özel araba veya halk otobüsü ile veya başka bir yolla mı geliyor?
Giyim kuşamı nasıl? İlk gün önemseyerek mi giyinmiş, yoksa gelişigüzel mi giyinmiş?
Hangisinin elinden kim tutuyor? yoksa sıra adil mi işliyor? öğrenciler, öğrencisine ne kadar saygılı bir üniversite mi diyor?

Hangi yurt simsarları etrafta dolaşıyor? başka kimler var?

Bütün bu kiriterler öğrenci ve öğrenci çevresi hakkında çok sayıda ip ucu verecektir.

Batılı üniversiteler öğrencilerini özerk kurum anlayışı ile kendileir belirldikleri için öğrenci ile kayıt öncesi bire bir görüşerek ve referans alarak kabul edilirler. Üniversite yöneticileri öğrencilerini birinci elden tanıma fırsatı bulmaktadır. Bizde ise öğrenci memura havale edilmektedir. Tabii en kolay iş öğrenciyi memura havale etmektir. Gelen öğrencinin genel başaşrı durumu, alt yapısı nedir? İleriye yönelik iyi bir eğitim için ne yapılamsı gerekir anlayışı başında belirlense iyi olur. Üniversite yöneticileri öğrencilerinden edinecekleri bilgiyi sentezleyerek üniversitelerinin eğitim politikalarını ve stratejilerini şekillendirebilirler. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

İlk İzlenim Çok Önemli

Anadolu'dan büyük kente ilk defa gelen öğrencilerin kayda gelirken sahip oldukları ruh hali çok önemli. Öğrencileirn geldikleri sosyo-ekonomik yapıları, okudukları lise ve geldikleri bölgelerin yapısı dikkatli bir gözden kaçmıyor. Üniversitenen daha ilk günden aksayan yanları da sonuçta kendini bu kuyruklarda ele veriyor.

Öğrencinin üniversiteye ilk girişi ve edindiği izlenim çok önemli. İlk karşılaştığı manzarayı, duyduklarını, karşılaştıklarını uzun süre unutamayacak. Üniversitenin temiz görünümü, çevrede gördüğü insanların genel hal ve hareketleri öğrencinin kafasında bir kavram oluşturacak.

Üniversitede verilen derslerin niteliği, sosyal faaliyetleri, derslerin zorluğu, öğretim üyelerinin niteliği ve sosyal yaşamı... tümü son derece önemli. Hepsinden önemlisi üniversite yönetiminin üniversiteye ve öğrenciye bakış açısı. kendimden de biliyorum ki üniversiteye kayıt günü son derece önemli, bireysel kimliğimizde tarihi bir gün. Onun için ilk izlenimler çok önemli.

Bir şeyler Yapılabilir

Uzun zamandır üniversite ortamının oluşamamasından kaynaklanan süreci ve bunun mezunların kalitesine etkisini kritik ediyorum. Gelen öğrencilerin yetersizliği ve kendi kendilerini yetiştirmek için uygun ortamın yaratılmadığını, öğrencilerinde çaba göstermediğini vurgulamaya çalışıyorum. Benzer düşünceler yüksek sesle bir çok kişi tarafından dile getirliyor. Ancak öğrencileri suçlamadan önce yapabileceklerimiz olduğunu düşünüyorum.

Üniversite Geleneklerini Yaşatabiliriz

Bir Anadolu deyişi vardır: İlk gün nasıl başlarsa sonuna kadar öyle gidiyor. Örneğin laboratuar kuraları, hijyen ve dikkat edilmesi gereken kuralarının önemi ilk günden vurgulanmalıdır.
Etkinliklere katılmaları, konferanslar, açılış günleri. tüm bunların çok önemli olduğu, buralara gelip görüş ve tepkilerini olgunlukla belirtmelerinin uygun olacağı, buralardan çok şey kazancakları anlatılabilir. Hakları hatırlatılabilir.
Öğrencilere okuma alışkanlığının kazandırılması, bilim adamlarının dünyalarının tanıtılması için bilim, tarih, uygarlık, sanat ve felsefe alanında önemli kaynaklar yanında tübitak yayınlarından çıkan dergi veya kitaplardan kayıt esnasında öğrencilere verilebilir. Böylece gençler hem kendi bilinçlerini oluştururken, hem de kendi tarihlerini ve bilimin keyifli yaşam biçimini öğrenmeye çalışırlar.

Tabii eskiden üniversitelilik bilinici yüksek olan birinci kuşaktaki hocalar; öğrencilere bazı telkinlerde bulunur, birikimleri ile yol gösterici olurlardı. Şimdi maalesef gelenekler kaybolduğu için kimse söz söyleyemiyor.


Üniversiteye başvuran öğrencilerin düzeyinin yeterli olamadığını, çoğunun istemeyerek belirli bölümlere zoraki geldiğini, tercih hatalarını anlayabiliriz. Ancak yine de sonuçta ilk yüzde onluk dilime giren bu gençleri eğiterek, birey ve yurttaş olma bilinci kazandırarak, kendi kendini idare edebilmesini öğreneceği uygun ortamlar yaratabiliriz. İnsan beyninin çalışma mekanizması ve eğitim modelleri insanların uygun ortamda kendi kendilerini eğitebildiklerini ve geliştirebildiklerini gösteriyor.

Üniversiteler açılmadan önce kayıt yaptıran öğrencilerin kısa süreli uyum kurslarına alınmaları çok önemli olabilir. Kütüphaneden yaralanma, bilgisayar ve internet kullanımı, sosyal entegrasyon ve kültürel bazı uyum programları hazırlanabilir.
Ayrıca üniversite nedir? Üniversitede gelenekler nedir?
Bilim nedir? Amacı nedir?
Bilim kültürü nedir?
Üniversite eğitiminde felsefenin önemi nedir?
Metot nedir?
Öğrenci olmanın önemi ve sorumlulukları nedir? Özgürlükleri nedir? Hakları nedir?
Yapmaları ve yapmamaları gerekenler nelerdir? Bir üniversite öğrencisinin artık halkın gözünde kendi kendini idare edemeyen görünümü vermesi halk arasında pek hoş kaşılanmıyor. Hayata hazırlanan, yarının devlet yöneticilerinin gayrı ciddi duruşu, kendi kendini yönetemeyen tavırlardan kendisini kurtarması gerekir. Bunun için öğrencilerin başlangıçta uyarılması, geleceğe ilişkin omuzlarındaki yükün anlatılması yararlı olur görüşündeyim

Üniversiteler Öğrencisine Sahip Çıkmalıdır

Üniversitelerin kayıtlar ile birlikte öğrencilere değişik sosyal ortamlar sunması, değişik meslek örgütlerine yer vererek geleceğin meslek sahibi kişiler ile tanışması ve mesleki dayanışma içinde olması çok anlamlı olacak. Ancak bunlar yapılamadığı için başka kişi ve oluşumlar öğrenciler ile ilgilenmektedirler.

Gelen öğrencilerin konaklama ve barınmaları başlı başına bir problem. Üniversite açılıyor ancak dışarıdan gelecek öğrencinin barınma ve yur sorunu kimsenin aklına gelmiyor. Doğa boşluk kabul etmediği gibi sosyal yaşam da boşluk kabul etmiyor. Halen öğrencisi için yeterli barınma olanağı olmayan üniversiteler bir şekilde öğrencilerini başka yurtlara kendi elleri ile terk etmektedirler. Kayıtlarda gözlediğim bir diğer konu da kim oldukları belirsiz yurtların veya yurt benzeri ortamların temsilcilerinin yeni gelen cocukalra sundukları barınma imkanları. Tabii bu yurtlar kime ve nereye hizmet ediyorlar bilinmiyor. Üniversitelerin öğrencilerine her yönü ile sahip çıkması bu aşamada önemlidir.

Özet olarak üniversitenin ilk aşaması olan kayıtlar ve açılış günleri önemli. Bunların bekçiler eşliğinde resmi korteje dönüştürülmesi, öğrencinin çeşitli hal ve davranışlarla ikinci sınıf vatandaş konumuna itilmesi, daha en başından pek çok şeyi kaybettiğimizi gösterir. oysa ilk kayıtlar ve açılış esnasında bütün bu kaynakların öğrencilerimiz için, onların kendilerine ve daha geniş toplumlara yararlı olabilmesi için olduğu bilincini verebilmeliyiz.

Üniversitelerin özerk ortamı, hak, özgürlük ve sorumluluk bilincinin yerleşmesi, öğrencinin motivasyonu ve doğru yönelimi açısından çok çok önemli. Üniversite yöneticileri, hocaları ve çalışanları olarak görevimiz bunları sağlamak olmalı. Bu işin para ile değil, gönül ve çağdaş üniversite anlayışı ile olacağını düşünüyorum. Pırıl pırıl zeki kızlarımızın ve gençlerimizin iyi yetişmesi geleceğimizin teminatı olacaktır. Bütün sıkıntılara rağmen güzel yarınları bu gençlerle yaratacağız. Bu duygularla yeni kayıt yaptıran öğrencilerimize başarılar dilerim.

06 Temmuz 2006

 

Dershane Sektörüne Çalışan YÖK !

YÖK'ün formülü sorunu çözer mi?..

Türkiye'de genç neslin korkulu rüyası olan üniversiteye giriş sınavı, her yıl milyonlarca adayın kapısını çaldığı üniversitelerdeki kontenjan yetersizliği nedeniyle eleme sistemine dönüşmüş durumda. YÖK'ün Yükseköğretim Strateji Raporu'nda üniversiteye girişi dört aşamaya yayma formülü tartışmalara yol açtı. Yeni sistemle, sınavın kaldırılması bir yana üniversiteye gitmek isteyen gençlerin önüne aşmaları gereken çok daha fazla sınav konuyor.


Yıllar içinde sınava talebin artması, sistemde de değişikliklere gidilmesini eleme özelliğinin daha da öne çıkarılmasını beraberinde getirdi.
Önce iki aşamalı ÖSS ve ÖYS vardı, sonra tek sınav uygulamasına geçildi. Her yıl 1 milyonun üzerinde genç 180 dakikada ipi göğüsleme mücadelesine girdi.
Sistemin adil olmadığı, ortaöğretim müfredatının tamamını kapsamaması nedeniyle lise eğitimini bitirdiği eleştirileri sınavda yine değişikliğe gidilmesine neden oldu.
Ve yeni sistem ilk kez 2006 ÖSS'de uygulandı.
Sınav sisteminde neler değişti?
Sınav süresi 180 dakikadan 195 dakikaya çıkarıldı
Lise 2 ve 3 müfredatı da kapsama alındı
Adaylara her biri 30 soru içeren 8 test verildi
İlk bölümdeki 120 soruyu çözen 2 yıllık yüksekokullar ile açıköğretime girecek
İkinci bölümden 2 alan testi çözerek 180 soru yanıtlayan 4 yıllık fakülte tercih edebilecek
Öğrenciler daha bu yeni sistemin sonucunu göremeden, farklı bir sınav sistemi üzerinde tartışma başladı.
YÖK'ün Yükseköğretim Strateji Raporu'nda gündeme getirdiği değişiklikler bu kez çok daha karmaşık bir sistemi öngörüyor. Raporda beş ayrı sınavdan söz ediliyor:
Lise 2'de alan belirleme sınavı
Ortaöğretim sonunda olgunluk sınavı
Mühendislik, tıp, hukuk fakülteleri için ders düzeyi seçme sınavı
Meslek yüksekokulları için temel düzey seçme sınavı
Özel yetenek gerektiren programlar için üniversitelerin ilgili bölümlerinin açacağı sınav
Yani rapora göre, üniversiteye gitmek isteyenler aşamalı olarak farklı alan sınavlarına girecek.
Önce ortaöğretimi bitirme sınavı yapılacak bunu geçen öğrenciler üniversite sınavına girmeye hak kazanacak.
ÖSS yerine iki ayrı sınav yapılacak. Ders düzeyi seçme sınavı mühendislik tıp hukuk gibi temel donanım gerektiren lisans programları için uygulanacak.
Haziran ayının ikinci yarısında dört aşamalı yapılacak sınav için matematik, sosyal bilgiler, fen bilimleri, Türkçe ve yabancı dil sınavları gerçekleştirilecek.
Adayın girmek istediği programın özelliğine göre belirlenecek dersledeki başarı puanı esas alınacak.
İkinci sınav ise temel düzey seçme sınavı. Meslek yüksekokullarına veya bazı 4 yıllık lisans programlarına girmek isteyenlerin başvuracağı, 2006'dan önce uygulanan ÖSS'ye benzeyen bir sıralama sınavı olacak.
Ayrıca özel yetenek seçme sınavı yapılacak bu da hala uygulandığı gibi üniversitelerin ilgili bölümleri tarafından açılacak.

03 Temmuz 2006

 

ÖĞRENCİ KONTENJANLARI ARTTIRILSIN...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, üniversitelerin rektörleri ve ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan'ı kabulü sona erdi.

Çankaya Köşkü'ndeki ''Üniversiteler Toplantısı'', yaklaşık 1.5 saat sürdü.Toplantıda, Sezer'e ''Türkiye'nin Yüksek Öğretim Stratejisi" başlıklı rapor sunuldu ve brifing verildi.YÖK Başkanı Prof.Dr. Erdoğan Teziç daha sonra açıklamalarda bulundu.

Teziç açıklamasında, Cumhurbaşkanı'na sundukları Yüksek Öğretim Stratejisi raporunun bir kanun tasarısı olmadığını vurgulayarak, Raporda kırmızı çizgimiz yok. Her türlü öneriye açığız" dedi.

Teziç, ÖSS'nin kaldırılması tartışmalarını ise "ÖSS'nin kalmasını gerçekleştirecek bir gücü Türkiye'de göremiyorum" diyerek değerlendirdi.

Teziç, yapılan görüşmede Cumhurbaşkanı Sezer'e önemli ve genel maddeler hakkında brifing verdiklerini belirterek, raporun bir yasa tasarısı olmadığını söyledi. Teziç, raporun önerilere açık olduğunu göstermek için raporda ihtimalli ifadeler kullandıklarını, öğrenciler dahil bir çok kesimden önerilere açık olduklarını ifade etti.Raporun belirli bir noktaya gelmesinin ardından Başbakan ile de görüşeceğini açıklayan Teziç, raporda "kırmızı çizgimiz" diyebilecekleri bir maddelerinin olmadığını, bu nedenle her türlü öneriye açık olduklarını söyledi. Teziç, hükümetin raporu kabul edip etmeme durumunun kendi iradelerinde olduğunu, ÖSS'nin kalmasını gerçekleştirecek bir gücü ise Türkiye'de göremediğini söyledi. Teziç, "Bunu gerçekleştirme şekli farklı olabilir, ama üniversitelerin kapasitesi sınırlı olduğu için yine sınav olacaktır." dedi.

Öğrencilerin yerleştirileceği üniversite programlarını dört bölüme ayıran strateji raporuna göre ortaöğretimin ikinci yılında yönlendirme sınavı dördüncü yılında da bitirme sınavı uygulaması yapılacak.

Öğrenci affının tamamen kaldırılmasını öneren taslak, dekan seçiminin de YÖK Genel Kurulu’ndan alınmasını öngörüyor. Yükseköğretim Kurumu tarafından 1.5 yılda hazırlanan “Strateji Raporu” taslağı tamamlandı. Taslak metni Cumhurbaşkanı Sezer’e sunan YÖK Başkanı Teziç, önerdikleri yeni sistemde üniversite seçme sınavının devam ettiğini belirterek, “Biz sınav şeklinin değiştirilmesine ilişkin önerilerde bulunduk” diye konuştu.

Taslakta öğrencileri erken yaşta yönlendirmek için 10. sınıf sonunda alan belirleme ve yönlendirme sınavı konulması öngörölüyor.

Yükseköğretim kontenjanının artırılmasına yönelik önerilerin de yer aldığı raporda, mesleki eğitimin özendirici hale getirilerek ortaöğretim bitirme sınavı konulması da gündeme getiriliyor. (AA)

10 Haziran 2006

 

İşte üniversite öğrencileri

BU ARAŞTIRMAYI İRDELEMELİYİZ....



Üniversite gençliğinin sosyo-ekonomik profilini çıkarmak için yapılan araştırmada, öğrencilerin siyasal düşüncelerinden sosyal konulara bakış açılarına, kişisel zevklerinden geleceğe ilişkin düşüncelerine kadar pek çok konuda değişik sonuçlar elde edildi.Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Muammer Yaylalı'nın başkanlığında 9 öğretim üyesi tarafından gerçekleştirilen ''Üniversite Gençliğinin Sosyo-Ekonomik Profili Araştırması'' ile üniversite öğrencilerinin demografik, sosyal ve ekonomik profilinin yanı sıra öğrenim gördükleri yerleşke ekonomisine katkıları ve harcama kalıbının ortaya çıkarılması hedeflendi.Araştırmada ayrıca, öğrencilerin sosyal, kültürel ve sportif gereksinmelerine, eğitim kalitesinin artırılmasına dönük düşüncelerin ortaya konulması, boş zamanlarını değerlendirme biçimleri, ülke sorunlarına ilişkin ilgi düzeyleri ve bağımlılık yapan maddelere karşı eğimleri de belirlendi.
Yurt genelinde 60 devlet ve vakıf üniversitesinde öğrenim gören 3 bin 551'i kız 7 bin 568 öğrenciye 41 sorunun yöneltildiği ankete katılan öğrencilerin yüzde 24,7'sini eğitim, yüzde 20'sini fen edebiyat, yüzde 19,8'ini mühendislik, yüzde 18,9'nu iktisadi ve idari bilimler, diğerlerini ise 7 ayrı fakültenin öğrencileri oluşturuyor.Ankete katılan öğrencilerin yüzde 96,4'ü devlet, yüzde 3,6'sı vakıf üniversitesinde eğitim görürken, yüzde 21,1'i ikinci öğretimde eğitimlerini sürdürüyor.

TERCİH ETTİKLERİ BÖLÜMLERDEKİ MEMNUNİYETLERİAnkete katılan öğrencilerden yüzde ,8'inin eğitim gördüğü bölümden ''memnun'' olduğu; yüzde 16,7'sinin ''çok memnun'', yüzde 17,7'sinin ''kararsız'', yüzde 7,9'unun ''memnun olmadığı'', yüzde 3.9'unun ise ''hiç memnun olmadığı'' belirlendi.Üniversite öğrencilerinin yüzde 55,7'sinin ilk 5 tercihi arasında bulunan bölümde eğitimini sürdürdüğü, yüzde 22,9'unun 6 ila 10 tercihi arasında, yüzde 21,4'nün de 11 ve daha sonraki sıralarda tercih ettiği bölümlerde eğitim gördüğü tespit edildi.

DERSHANE FAKTÖRÜAraştırma sonuçlarına göre, öğrencilerin yüzde 43,4'ü üniversiteye girmelerini sağlayan temel belirleyicinin dershane, yüzde 38,9'u kendi çalışması, yüzde 14,7'si lise eğitimi, yüzde 3,1'i ise özel ders alması olduğunu düşünüyor.Mezun oldukları liselere göre sınıflandırıldığında öğrencilerin yüzde 54,9'unun normal ve süper lise, yüzde 27,4'ünün Anadolu, yüzde 10'nun meslek, yüzde 5,1'inin özel, yüzde 2,7'sinin de fen lisesi mezunu olduğu dikkati çekiyor.Öğrencilerden yüzde 33,2'si arkadaşlarıyla, yüzde 29.6'sı ailesiyle, yüzde 3,4'ü akrabasının yanında, yüzde 19,1'i devlet yurdunda, yüzde 9,9'u özel yurtta, yüzde 3,7'si de tek başına evde kalıyor.

AB'YE BAKIŞLARIAnkete katılan öğrencilerin yüzde 68,7'si Avrupa Birliği'ne (AB) katılımı desteklerken, bu öğrencilerden yüzde 33,4'ü, katılımın 10 yıl içinde, yüzde 29'u önümüzdeki 20 yılda, yüzde 12,1'i ise 20 yıldan daha uzun sürede gerçekleşebileceğine inanıyor. Öğrencilerin yüzde 25,4'ü ise Türkiye'nin AB'ye kabul edilmeyeceği görüşünü taşıyor.Öğrencilerin yüzde 56'sı AB'ye katılım ile serbest dolaşım sağlanacağı fikrini taşırken, yüzde 40'ı işsizliğin azalacağına, yüzde 32'si enflasyonun düşeceğine, yüzde 44 de ortalama gelirin artacağına inanıyor.
Öğrencilerin yüzde 63'ü, AB'ye katılımda eğitim ve sosyal güvenlikte iyileşmeler olacağı, yüzde 44'ü ise ulus devlet fikrinin zayıflayacağı görüşünde. AB'nin kültürel değerleri zayıflatacağını düşünenlerin oranı yüzde 51 olurken, öğrencilerin yüzde 54'ü, Birliğin finans imkanlarından yararlanılacağını düşünüyor. AB'ye katılımın daha çok demokratikleşme ve özgürlük sağlayacağını düşünen öğrencilerin oranı yüzde 54, ülke kaynaklarının yabancıların eline geçeceğini düşünen öğrencilerin oranı yüzde , dış politikada bağımsızlığın kaybedileceğine inananların oranı ise yüzde 46 olarak kendisini gösteriyor.

HAYATTAN MEMNUNİYETÜniversite öğrencilerinin yüzde 59,8'i hayatlarından ''memnun'' olduğunu, yüzde 12.9'u ''çok memnun'' olduğunu, yüzde 9'u ''memnun olmadığını'' yüzde 3,2'si ''hiç memnun olmadığını'', yüzde 15,2'si ise hayatından memnun olup olmadığı konusunda ''kararsız''lığını ifade ediyor.

HABER KAYNAKLARI VE MÜZİK TERCİHLERİAraştırmadan elde edilen sonuçlara göre, öğrenciler ülke ve dünya gündemini ağırlıkla televizyon ve yazılı basından takip ediyor. İnterneti kullanan öğrencilerden yüzde 38'i gazeteleri internetten takip ediyor. Haber almada radyoyu kullananların oranı ise yüzde 22.
Dinlenen müzik türlerine göre sınıflandırıldığında ''Türk pop müziği'' yüzde 50 ile ilk sırada yer alıyor. Öğrencilerin ''sürekli ve sık sık dinledikleri'' müzik türlerinde ise şöyle bir dağılım ortaya çıkıyor: ''Halk müziği yüzde 37, Türk rock yüzde 35, yabancı rock yüzde 27, yabancı pop veya hipop yüzde 27, Türk sanat ve klasik Türk yüzde 18, klasik batı yüzde 14, arabesk veya fantezi müzik yüzde 10, dinsel içerikli müzik yüzde 7.''

SİYASİ DÜŞÜNCELERİÜniversite öğrencilerinin yüzde 17,1'i milliyetçi düşünceye ''çok yakın'', yüzde 35,1'i de ''yakın'' olduğunu ifade ediyor. Milliyetçiliğe ''çok uzak'' olanların oranı yüzde 19,3, ''uzak'' olanların oranı ise yüzde 11,8.
Ankete katılanlardan yüzde 22,9'u muhafazakar düşünceye kendilerini ''yakın'', yüzde 8.1'i de ''çok yakın'' hissederken, yüzde 17'si kendisini bu düşünceye ''uzak'', yüzde 34'ü de ''çok uzak'' buluyor.
Anket sonuçlarında, liberal düşünceye ''çok yakın'' ve ''yakın'' olduğu görüşünü taşıyan öğrencilerin oranının yüzde 23,8, ''çok uzak'' ve ''uzak'' olanların oranının da yüzde 43,5 olduğu görülüyor.
Öğrencilerden yüzde 40,2'si kendisini sosyal demokrat düşünceye ''yakın'' ve ''çok yakın'', yüzde 36,5' de ''çok uzak'' ve uzak'' olduğunu ifade ediyor.Araştırmada, sosyalist düşünceye ''çok yakın'' ve ''yakın'' olanların oranı yüzde 28, ''çok uzak'' ve ''uzak'' olanların oranı da yüzde 48,2 olarak beliriyor.

SOSYAL AKTİVİTELERİÜniversite öğrencilerinin yüzde 42'si sık sık veya sürekli olarak sinemaya giderken, yüzde 11,4'ü sık sık veya sürekli tiyatroya gidiyor. Sinemaya hiç gitmeyenlerin oranı yüzde 3.9 iken, tiyatroya hiç gitmeyenlerin oranının yüzde 22,6 olması dikkat çekiyor.Öğrencilerin yüzde 14'ü sık sık veya sürekli konserleri izliyor, yüzde 22'si de spor karılaşmalarını yakından takip ediyor.

İZLEDİKLERİ TELEVİZYON PROGRAMLARIAraştırmayla, öğrencilerin televizyonda en fazla haber programlarını izledikleri belirlendi. Ankete katılan öğrencilerin yüzde 72,3'ü sürekli veya sık sık haber programı izlerken, 37,7'si tartışma programlarını sıklıkla veya sürekli takip ediyor, yüzde 19,3'ü ekonomi programlarını, yüzde 38,8'i de spor programlarını sürekli veya sıklıkla seyrediyor.
Televizyon programları tercihleri arasında müzik programları da önemli yer tutuyor. Öğrencilerin yüzde 45,3'ü, müzik programlarını sıklıkla veya sürekli izliyor, yüzde 29,7'si de yarışma programlarını seyrediyor.Öğrencilerin yüzde 44,5'i sürekli veya sık sık belgesel, yüzde ,6'sı film veya dizi izliyor. En az izlenen televizyon yapımları ise yüzde 11,3 ile magazin programları.

BAĞIMLILIK YARATAN MADDELERİN KULLANIMIÖğrencilerin yüzde 22,4'ü sürekli veya sık sık sigara, yüzde 5,9'u alkol kullanıyor. Ara sıra alkol kullananların oranı yüzde 17,7, uyuşturucu kullananların oranı ise binde 7.Araştırmayla öğrencilerin ders çalışma veya derse davam etme oranları da belirlendi. Öğrencilerin yüzde 52,7'sinin sürekli veya sıklıkla ders çalıştığı, yüzde 1,8'inin hiç ders çalışmadığı, yüzde 85'inin derslerine devam ettiği tespit edildi.

BOŞ ZAMANLARÖğrencilerin yüzde 26'sı sürekli ve sık sık spor yaparken,yüzde 15,7'si hiç spor yapmıyor.Boş zamanlarını kültürel faaliyetlerle değerlendiren öğrencilerin oranı yüzde 31,2, sürekli veya sık sık internet kullananların oranı ise 44,4 olarak saptandı. Öğrencilerin yüzde 9'u hiç internet kullanmazken yüzde 3,4'ü de hiç kitap okumuyor. Sürekli ve sıklıkla kitap okuyanların oranı ise yüzde 57,8.

HARCAMALARIAraştırmaya göre, öğrencilerin yüzde 50,6'sı harç kredisi, yüzde 56,7'si öğrenim kredisi kullanıyor.
Üniversite öğrencilerin yüzde 32'sinin aylık 251 YTL veya daha fazla harçlığa sahip iken, 251 YTL'den daha az cep harçlığı olan öğrencilerin oranı yüzde 60. Hiç cep harçlığı olmadığını bildiren öğrencilerin oranı ise yüzde 8 olurken, yüzde 19'u maaş veya ücret karşılığı çalışıyor.
Öğrencilerin yüzde 55'i ayda 51 YTL veya daha fazla gıda harcaması için para harcarken, yüzde 36'sı aylık gıda harcamasına 50 YTL veya daha az para ayırıyor. Öğrencilerin yüzde 9'u ise aileleriyle kaldıkları için gıda harcamasına para ayırmadığını belirtiyor.Öğrencilerin yüzde 47'si giyim ve ayakkabı giderine aylık 26 YTL'den daha fazla, yüzde 32'si 25 YTL'den daha az para ayırıyor, yüzde 21'i ise giyim ve ayakkabıya para harcamıyor.
Öğrencilerin yüzde 45'i barınmaya aylık 51 YTL veya daha fazla para harcarken, yüzde 16'sı da ulaşıma 51 YTL'den daha fazla ayırmak zorunda kalıyor.Öğrencilerin yüzde 9 haberleşmeye ayda 51 YTL'den daha fazla para ayırırken, yüzde 5'i kişisel bakımına 51 YTL'den fazla para harcıyor.
Ankete katılan öğrencilerin sadece yüzde 1'inin şans oyunlarına aylık 51 YTL'den fazla para harcadığı da belirlendi.

Kaynak: Selçuk Aval / Milliyet, 10.06.2006

This page is powered by Blogger. Isn't yours?